Page 49 - Aurora
P. 49
Tanıdık yüzler içinde yalnızlığım yabancı yüzlerin özlemini çektirmedi. Bana en yakın
yabancıydın sen, gözlerini en iyi bildiğim yabancı.
Nihayet yüzüme bakıyorsun, herhalde konuşmaya başlayabiliriz . Tükettiğimiz kelimeleri
hangi dilde söyleyebileceğini merak ediyorken sen, kırmızı balık iskeletinin ne kadar
görkemli olduğunu düşünüyorsun bakışları ağa takılan balık gibi yakalanmış olmanın
zorunluluğuyla. Bu şehir için balık önemli olmalı, bu şehirde hep balık tutarlar. Balık
yendikten sonra kalan kılçıklar ve eti çiğnenmiş, içi boşalmış balıklar göz zevklerine hitap
eder. Bir balık ölmeden önce sevilmek ister. Bu şehirde balıklar öldükten sonra da seviliyor,
ne iyi! Yarım metre ötede balık tutan adamı bu düşünceden soyut bırakıyoruz. Anlamsız bir
dinginlik, balık kokulu cansızlık, sakin bir yaşam bu.
Yarım metre ötede bir kadın, arabasını kendi aracına yarım metre bitişik park eden yarım bir
kadına bağırıyor, insanoğlu aşağılamayı ne çok seviyor! Yüce gördüğü benliğini aşağı
olduğunu bildiği benliğinden ayrıştırıp ayak ucunda ezmek için kullanıyor herhangi bir
kurbanı en başından kazanılmış bir zafer hırsıyla. Ve tüm hisler birbirine benziyor aynı hızla,
tüm hisler birbirini tekrarlıyor eş zamanlı. Hepimizin acısı birbirine benziyor. Aşağılık bir
yaşam bu! Acıktım balık yiyelim mi? Bu soruma şaşırmış görünüyor, yürüyoruz.
Bir adam yolun kenarında önüne serdiği eş bedenlere sahip, az yıpranmış, tülerik kolalı
gömlekleri ucuz fiyattan satıyor. Bu gömleklerin sahibini, geçmiş yaşamını düşünmüyorum;
düşünmüyoruz. Yalnızca düşündüğüm ölen birinin ardında bıraktığı izleri silmek istemenin
halihazırda ne denli görkemsiz, sade ve amaçlı olduğu. Belki eş bedenli bu giysileri herhangi
bir ihtiyaç sahibi eş bedenli bir adama vermiş olmak pekala daha iyi olurdu. Hayatında hiçbir
hediye almamış eş bedenli bu adam, merhuma sahip bu sürpriz paketini heyecanla açardı.
Fakat tüm bunların bir anlamının olmadığı şu durumda göz göze geldiğimiz satıcı adam,
ölülerin de para ettiğini söylüyor, yani benim kulaklarıma. Eş zamanlı art acılar yaşayan ve
bir diğerinin acısını yüreğinde duymaya cesareti olmayan insan soyu!
İskeleden uzaklaştıkça artırıyordu suskunluğumuz. Kışı erkenden getiren bulut, bir yanlışı
silmek ister gibi üzerimize damlalar bırakıyor. Gözlerimiz damlalara meydan okuyup
yüzümüze bakamıyor. Tanıdık bir çaresizlik bu. Metro istasyonuna vardığımızı ancak şimdi
fark ediyoruz, buraya nasıl geldik? Bilincimiz ayaklarımıza nasıl böylesi yön verdi? Kendi
bilincimizde biz çoktan gitmemiş miydik demek istiyorum…
Bu hikayenin sonunu getiremiyorum. Ben her zaman başladığı işi bitiremeyen, misafirlikten
erken kalkamayan biriyim. Gidemiyorum… İçimden bir gemi kalkıp gidiyor, ben
gidemiyorum. Ben içimden kalkıp giden o gemiye biniyorum.
Ben içimden kalkıp giden o gemiye binip gidiyorum.
Ben gidiyorum.
Gidiyorum.
Otobüs camında titreyen yüzüm ve sarsılan ellerim molanın bitişini haber veriyor. Bu
hikayeyi burada bitiriyor ve yolculuğuma devam ediyorum.
47